Manolis Kostidis

Size bu satırları Atina’dan yazıyorum. Esasen İstanbulluyum. Heybeliada kütüğüne kayıtlıyım. 18 yaşıma kadar İstanbul’da yaşadım. 1992 yılında son ve yapayalnız kalan bir Rum ailesi olarak biz de göç etmeye karar verdik. Babam temelli gelmesine birkaç hafta kala kalp krizi geçirip vefat etti. Demek ki gönlü gitmek istemiyordu. O Heybeliada’da kaldı, ben annem ve ablamla birlikte 20 yıldır Atina’dayız.
Sizin gibi gazeteciyim ben de. Lefteris Andoniyadis’in (evet siz Lefter Küçükandonyadis diye bilirsiniz ama asıl adı Lefteris Andoniyadis’tir) vefatı ve sonrası gelişen tüm olayları izlerken açıkçası çok duygulandım.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Fenerbahçe Kulübü Başkanımız Aziz Yıldırım, (evet Fenerbahçeliyim) tüm taraftarlar ve Türk halkı ve aynı zamanda medya, inanılmaz bir sevgi ve saygı gösterdiler. Okumaya devam et

BİR KAYIP DAHA

Lefter Küçüçükandonyadis artık aramızda değil 🙁 Adamız renklerinden birini daha yitirdi:( O, takım ayırt etmeksizin tüm Büyükada’lıların hatta tüm Adalıların kendisi ile öğündüğü, gençlerinin futbol idolü olan, öncelikle Fenerbahçelilerin ve ardından miili takımımızın efsaneleşmiş, unutulmaz oyuncularından biri olarak; futbol tarihimizin sayfalarında altın harflerle adını yazdırmış biri olarak hep kalplerde ve anılarda yaşayacaktır! Gösterdiği üstün oyunculuk yeteneği ile “futbolun ordinaryüsü” ünvanı ile anılan ilk ve tek futbolcumuzdur. Bu özellikleri nedeniyle ile onun vefatı yalnızca ailesini, yakınlarını ve hiç terketmediği Adalı dostlarını değil, ülkemiz spor camiasını da derinden üzmüştür! Ailesinin, biz Adalıların, tüm fenerbahçelilerin ve Türkiye spor camiasının başı sağolsun!
Ailesine sonsuz sabırlar, kendisine de rahmet diliyorum, ışıklar içinde. huzurla yatsın!

O Çocuğum ben.

Ahmet’in arşivinden çıkartıp görselimize sunduğu resimlere bakıyorum.
Çocukluğumuzda sahip olamadığımız   fotoğraf makinesinin ne kadar iyi bir yol arkadaşı olduğunu keşfediyorum. Kaybolmuş anılarım canlanıveriyor birden bire. Bakarken siyah beyaz resimlere, renkleniyorlar göz bebeklerimde.
Çocukluğumuzun Futbol sahası, aramızda yaptığımız maçlar; resimler siyah, beyaz renklenerek canlanıyor sanki. Kaleci oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı. Ben hep kaleci olarak yer alırdım sahada. Bir topu tutmak için kendimi yerlere atıp kolumu, dizimi parçalamayı göze alırdım, amaç arkadaşların beğenisini kazanamaktı. Para o zamanlar kolay bulunmadığından maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı,kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi. Resmiler siyah beyaz  çekilmiş, olsun; ben renkli görüyorum ya.
Dikenlerin arasından geçerek Naki beye ulaşıyorum . Balık tutan birkaç kişi… Sahilde güneşlenenler, yüzenler, botlarda, kayıklarda eğlenenler, Okumaya devam et

Nur Çakmak

Günümüz teknolojisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Arkadaşımız Erkanın Facebook’a yüklediği bir resim konusunda bile farklı farklı anılar oluştu. Hafızamı zorladığımda farklı şeyler geliyordu gözlerimin önüne. Erkan bayağı israrcıdı. Tevfikcim evet canım kapı tokmağına kadar aynı ev…hatta sedef tarafına bakan balkonunda annemle babamın fotoğrafı var…sen sokağı çıkartabildin mi? Sokağın sol tarafı top sahası….gerçi şimdi top sahasının yerinde terk edilmiş dalan okulu ve diğer binalar var.
Sağ olsun Nur yetişti yine imdadımıza, bakın yer ve olayları dün gibi anlatması ne demek istediğimi anlatmaya yeter sanırım!
Erkan, burada görülen 2 ev aynı ev değil! Sağ tarafta görülen ev sokağın başındaki ev ama diğeri ondan sonra gelen aynı tip 3 evden biri. İlk ev, yani yeşil (solmuş olabilir) serpme boyalı olanı, Mehtap sinemasını da işleten ressam Mığır (Ardan) amcanın evi. Mığır amca sonra Ağavni ve Horsof teyzenin en küçükleri olan Aka (aslı Akabi) teyze ile evlenmişti. Mığır amca ölünce de Aka teyze uzn yıllar oğulları Rafi ve Tomi ile oturdu. Sonra Amerikaya gittiler. Şimdi sanıyorum yazları Rafi’nin baldızı oturuyor o yüzden çok bakımlı değil! Okumaya devam et

Bu sadece bir resim değil

İnsanların daha güçlü olabilmek için gösterdikleri çabaları izliyorum çevremde epey zamandan beri. Gayretlerin hırs haline gelişine tanıklık ediyorum. Amaçlarına ulaşmak adına sattıkları mutluluğun farkına varamayanların koşturmalarını  günlük yaşamın içinde defalarca görüyor ve dikkatle izliyorum.
Bazen yakınlarımdan, bazen dost diye sevdiklerimden, arkadaşlarımdan neyi, ne adına, neden yaptıklarının farkına varmadan; içine, düştükleri tuzağın‘da ne olduğunun ayrımını yapamadan, anlayamadan yaşanmış   korkutucu günleri sadece  dinlemiyorum, yürekten algılıyorum.
Erkan arkadaşım tarafından 25 eylülde Facebook’a yüklediği resme bakıyorum; bu sadece bir Resim’mi? Yoksa yaşamın kendisimi? Bu gördüğümüz Fotograf yüklendiği günden bu güne kadar bir şeyler anlatıyor aslında. Bakıyorum, yapılan  yorumları okuyorum. Bir hiç uğruna göçe zorlanmış Stathakis Arvanitis; Babasının dükkanını tanıyor resmi görünce  atın kafasının olduğu kısımdaki dükkan Babamın dükkanıydı  23 Nisan cad. 10.
Erkan; çocukluğundan anımsadıklarıyla katılıyor sohpete, ben o sıra’da dükkanlar arasında dermancı eczanesini ve tütüncü dükkanını hatırlıyorum. Diye bir yorum getiriyor, Angela Günberg; bu bilgileri  Aleko Nikolaidisle paylaşıyorum o sırada bay Yaninin tütüncü dükkanı eşi bayan Anna ile çalışırdı Hristo ayakkabıcı, tütüncü Yorgo Çala, Ankara Palas ilk önce Petro Çiçoviç sonra Vasil ve eşi Madam Manya eczane Mehmet dermancı. Stathakis Arvanitis;  tekrar yorum yaparken Rahmetli kahveci ali den bahis ediyor 5- 6-7 eylül olaylarında ali’nin dükkanlarına bir Türk bayrağı asarak canlarını nasıl kurtardıklarından söz ediyor. Bense daha hala resme bakıyorum; baktıkça resme, okudukça yazılanları, utanıyorum. Erkan dedesine aldığı rakı fiytını bile unutmamış Stathakis mutlu oluyor anıların kesiştiği kavşakta. Okumaya devam et

Hüzün Yanım

Sen benim hüzün yanımsın. Güneşin vurmadığı gölgede kalan yanım. Kimselerin bilmediği kendime sakladığım. En çok ayazda kalmış olup da rüzgara savuramadığım, alıp alıp defalarca sineme sardığım yanımsın. En çok kanayan yaramı sarmaya çalıştığımsın. Sardıkça kanayan kanadıkça sardığımsın…

 Sen benim hüzün yanımsın. Her doğan günle bir kez daha ümidimi yıkan tarafımsın. “Olmadı olmayacak” dedirten …hain düşmanımsın. “Ah çıksa gelse şimdi…” diyecek kadar kendimi kaptırdığım saflığımsın. “Çıksa ve gelse, alsa ve götürse…” diye çırpan kanadımsın. Ve her defasında kendime kırk kez söyleyip kırk kez yanıldığımsın. Okumaya devam et