1960 larda Büyükada´da yaşamış şanslılar

Öne çıkarılmış

60′ lı yıllarda Büyükada ilkokulunda okumuş, kırtasiyeci ve oyuncakcı AHMET ŞENER’den okul ihtiyaçlarını almış olanlar…
Meydanda yapılan 23 nisan törenlerine katılmış ve hiristosta okul gezisinde piknik yapmış olanlar…
Bisikletçi Maça beyden Samiden ve Behçetten, saati 1 liradan üç tekerlekli bisiklet kiralıyarak çınar meydanında turlamış olanlar…
İskele çıkışında, sağda sokak başında sepetiyle duran seyyar oyuncakcıdan, tele dolanan iki kanatlı fırıldak pervane alarak onu uçuranlar, içi talaş dolu lastikli top, yerde sürdükçe çın çın öten ahşap kasnaktan çember, deliğinden bakarak çevirdikçe rengarenk prizmatik şekiller oluşan dürbün satın almış olanlar… Okumaya devam et

Ötönazi ( Yok et kendini)

Bildik manzaralar var hayatımda, Geçen sene bu aylar’da yine bu hastahanenin bir başka odasından, şubat ayının sekizinde karalamıştım bir kaç satır. Bu sene ondördü aynı hastahanenin bir başka odasında, hemde Sevgililer gününde! Kalbim paramparça mesela, gözlerim ilk gün ki gibi; dokunsalar ağlayacak onlar da. Omzumda yılların yorgunluğu, beynimde unutulmuş sözlerin “belki hatırlanır” umudu. Benimkisi ise şu kahbe hayatta ayakta kalma yorgunluğu. Bir değişiklik yok; yorgun bir halde ağır aksak sekiyoruz işte.

Karmakarışık beynimdeki düşünceler. Herşey her yerde; bulamıyorum koyduğum hiç bir şeyi yerinde; hani Vatan? sevdamı koymuştum ya kalbimin bir yerine Vatan diyerek; bak işte bulamıyorum vatanım nerede?

Atamın ölümü ile unutmuşlar… Adını bile kanla irfanla yeniden koyduğumuz Türk vatanı’nı, 1938 de kaldırmışlar hastahaneye. Yeterli kann gitmeyince vucudun diğer organlarına; Mikroplar dururmu? başlamışlar tekrardan üremeye. Çok basit bir kalp nakliyle; yeni kalbimiz paşam ismet bir türlü açamamış damar yollarını. Paralara bile basmış kendi resmini, Belki Atam unutulur, Vatan’a bir faydası olur diye. Bakmayın öyle söylediği laflara, hani söz konusu Vatan ise gerisi teferruattır falan dediğine. Türkün atası olmak kolay mı öyle. E… yeni takılan kalp ismet de zayıf düşmüş tabi…kan gitmeyince; vucud bu, başlamış organlar ufak tefek teklemeye. Mikroplar’da dururmu’mu; bayram ediyorlar, geçince ellerine böyle bir fırsat. Dünya da boş durmamış; Üretmiş kendi kendine mikroplarını içimizde. Dünya mikropları, bizim yerli mikroplar, bu vucudu yok etmek için vermişler el ele. Tanrıya şükürler olsun mihrap sağlam da gelmişiz kör, topal 1950 lere. İnsan beyni nede olsa yeterince beslenemeyince, kann gitmeyince diğer organlar gibi Beyin’de başlamış yeni, yeni fikirler üretmemeye. Alzhamer teşhisi konmuş. Maşallah Şimdiki yeni kalp, Beyin eskileri ne de güzel hatırlıyor Vatan hainlerini Kahraman olarak. Koca Devleti Aliye‘yi ”Osmanlı” yapıverdiler. sanki dün’ü bu gün yaşıyor gibi. Bu günmü? kimselerin haberi bile yok. Mikrop‘da olsa benim deyipte öldüremediği; mikroplara can suyu vermiş, bakmış, beslemiş. Uykudan uyanan her mikrop, sonradan ithal diğer mikroplarla birleşip, başlamışlar gizliden gizliye vucudu ele geçirmeye. Organlar felç; kala kala elde bir ruh kalmış!

1923 ruhu mu? Oooo Unutulmuş gitmiş hemde ülkücüyüm diyen içimizdeki yerli ve ithal mikroplarla. Al ve akyuvarların savaşı; şimdilerde bu vucut’da verdiğimiz. İkide bir ateşlenmişiz, vucudun koruma kalkanı sürünüyorken yerlerde. Her türlü mikrop yuvalamış son darbeyi vurmak için içimizde. Bir aydan beri beyin tamamen şanzıman sıyırmış gibi emirler yağdırıyor, bütün organlara; illa da Ötönazi (yok et kendini) diye. Unuttum gitti bu kaçıncı kalp nakli? Hastalıklı organlar şaşkın, Al ve Ak yuvarlar ne yapsın. EVET deseler Al yuvarlar, HAYIR deseler Ak yuvarlar ölecek. Arada bir damardan verilen antibiyotik de bir işe yaramıyor anlayacağınız. Hay allah ben de mi sıyırdım ne. Şu yazdıklarıma bir bakın hemde Sevgililer gününde. E… sağlık önemli tabiiii. Türkiyem canım vatanım kadar, Türk dilinin nekadar zengin bir dil olduğunu kelimeleri geçmiş zamana sığdırabilmiş olmamda ara.

Hayallerimde yaşadığım tüm güzellikleri; Seviyordun, ben ise senin aksine sadece mutlu olmak istiyordum vatanımda özgürce. Gözünü sevdiğim Ana dilim; cümleleleri dili geçmiş zamanla kurabiliyorum. Bazen bir okadar’da fakir buluyorum, ne zaman‘mı? yemin içerim sana bizi yönettiğini sananlara söyleyecek bir söz bulamadığımda… Boş ver, bende boş vermişim, bu gün şu hastahane odasından hayata bir kere daha selam olsun… Daha önceleri bilirdim boş vermenin ne anlam taşıdığını; kimseler gibi olamadım ben, boşvermek ne demek, anlamını bilirdim de; hiç çıkartıp Tükçe dağarcığımdan kullanamadım.

Başımı sallayıp boşver diyemedim ne gidişine, ne de hiç var olmamışım gibi bana boşverişine. Hem insan bulunduğu konumu düşünmeden gerçekte; boş verirmi seviyorum dediğine! Belki‘de hata bendeydi seni özne yapmıştım ömrüme; ama sen son olmak istedin, yüklem misali. Bir eylemi gerçekleştirip; beni yıkıp giderken‘de!.. Devrik cümeleler gibi şimdi hayatım, hayatımda kim nerde duruyor aldırmıyorum. Kim hayatıma nasıl bir anlam katıyor önemsemiyorum. Yaşamımda ki noktalama işaretleri de umurumda değil. Aynen Ülkemde olduğu gibi. Nokta yok virgül yok ne duruyorum neyi bekliyorum. Durup, herhangi bir güzelliğin önünde doya doya bakmak varken. Kendime ait tırnak içine alabileceğim cümleler‘ de kuramıyorum Reis gibi; Hiç bir şeyim kalmadı, yoktu zaten, ezbere yaşıyorum. İnanın dostlarım bu saatden sonra hayatıma ünlem koyup beni mutlu edecek hiç bir şey bilmiyorum. Bildiğim tek şey adamlık bende kalsın yine de seni seviyorum. Ama söz konusu kurulduğu güne kurban olduğum vatansa bu defalık HAYIR diyorum.

Ha bak bir de hayatımın öznesiyken noktası olmana üzülüyorum! Hani olur ya kesişirse yollarımız bu ahir ömürde, karşılaşırsak tekrar günün birinde seni özne yaparmıyım ömrüme! İşte bak bunu bende bilemiyorum.

Sevgilim yem yeşil Demet demet çiçekli vatanımda Sevgililer günümüz kutlu olsun.

Mehmet Tevfik Özkartal

Klinikum Nord Nürnberg

14.02.2017

Biz neyiz, kimiz ?

Tükiye’ye izinli geldiklerinde en yakınları tarafından kandırıldılar. Ev aldılar, daire aldılar   borçlarını ödediler ödemesine de  bir türlü evin, dairenin sahibi olamadılar. Hükümetler dövize ihtiyaç duyduklarında özel programlar hazırladılar gurbetçiler için. Her seferinde’de paralarını pul ettiler. Zordur gurbette yaşamak, gurbete çıkmayanlar bilemezler. Türkiyeden ilk ayrıldığımda ticaret yapardım. Öyle çek, kredi kartıymış, senetmiş, bankaymış bilmezdik pek. Defter usulü borcumuzu alacağımızı yazar hem alacağımızı hemde borcumuzu bilirdik. Bir kaç kere birikimlerimizi kaybettik. Sonra aklımız başımıza gelirdi gelmesine’de her seferinde, bir başka şekilde gene kaybederdik. Türkiyeden gelen vatandaşlarımızı bizler gibi dürüst, namuslu, dini bütün insanlar sandık. Eeee 70 li yılların Türkiyesinde kalırsan iki bin otuzlara doğru yol alırken kaptırırsın paçayı. Düşünsenize bir Vatanımızda ne berbat bir isim takmışlar biz gurbete çıkmış insanlara. Almancı ne anlam ifade ediyorsa? Alman değil’ Türk de değil!.. Almancı. Dönüyoruz geliyoruz çalıştığınız gurbet ele adımız bu sefer Auslender ”Yabancı.” Çıplak ”Kanak” İnsanlar takmışlar bizi insan olarak bile göremiyorlar. Birinci kuşak Almanyada çalışmaya gelmiş Türkler; Almanya’da Türkiye’yi terk ettikleri yıllardaki  gibi yaşıyorlar. Türkiye gelişmiş, değişmiş, ahlaksızlık almış başını gitmiş. Bizler Türkiye’yi terkettiğimiz zamanda takılı kalmışız. Bir zamanlar bu Tayip bey ve onun gibi dinciler geldiler Almanya’ya. Yerleştiler, sızdılar müminlerin arasına. Allem ettiler, kallem ettiler faiz günahtır deyip saf inançlı insanları dolandırıp gittiler. Hepsi Türkiye’de zengin oldular. Gariban Almancım biriktirdiği borçlandığı bankalarla karşı karşıya kaybettikleri parayı faizi ile birlikte Alman bankalarına ödediler. Okumaya devam et

Sabuncakis Köşkü

Sabuncakis Köskü  (Büyükada – Istanbul)      

Sevgili Okurlarım!

Itiraf ediyorum: Benim için İstanbul’un en güzel iki mahallesi Nizam ve Maden diğerlerine göre çok açik fark ile Büyükada’dır.

Bu günün Bodrum, Antalya, Marmaris devrinde eski şaşalarından bir hayli kaybetmiş olsa da, orada zaman adeta durmuş, geçen yüz yıldan kalma ‘‘900 kadar bakımlı‘‘ binaları ile ve her milletten yerli, yabancı karışık insanları ile, hala İstanbul’a özel kozmopolitliğini devam ettirebilmiştir. Ada’da bulunan binaların ‘‘yüksek olanlarının bile‘‘ nerdeyse tamamı ahşap ‘‘tahta‘‘ yapılardır. Bunların içerisinde 1964 senesinden beri kullanılmayan, mahkemesi geçen sene biten Avrupanın en büyük ahşap binası,  Rum çocuklarının yetimhanesi bulunmaktadır.

İşte bu sebepten yukarda fotografını görmüş olduğunuz Maden’den iskeleye gelirken Yilmaz Turk Caddesi üzerinde, sağ kolda deniz, tarafında bulunan Sabuncakis Koşkü değişik tarz ve görünüşüyle hemen göze batar. Adalıların tamamı tarafından tanınır. Bu gün kapısında satılık ilanı asılı bina 1.700.000 TL’sına satışa çikartılmış olmasına rağmen, benim bildiğim en az bir seneden beri hala bir alıcı bulamamıştır.

Şimdi burada yazımı keserek; sizlere daha detaylı anlatması için sözü eski Mega Revma’li (Arnavutköy) hemşehrime bırakıyorum.

Bir Rum Ailesi’nin Hikayesi  Sabuncakis

1870’lerde Girit’ten Midilli’ye, oradan da İstanbul’a göç etmiş Istrati Sabuncakis ile başlayan bir hikaye; Sabuncakis Ailesi’nin hikayesi. Istrati Sabuncakis’in Istanbul’a geldiğinde muhtemelen bir çiçekçinin yanında çiraklığa başlamış. Babası; Girit’te bitki kökleri ve çiçeklerden elde ettiği esansların, sabunlara güzel koku vermesiyle ünlü bir sabun imalatçısı. Ailenin soyadı büyük olasılıkla dedenin bu mesleğinden gelmekte.

1874’te bu günkü İstiklal Caddesi’nde, No. 366’da ilk dükkanını açan İstrati Sabuncakis çiçeklerini Dolapdere’de kendi mülkü olan 2.000 m²’lik bir serada ve 20 dönümlük bir bahçede yetiştiriyordu. Dede Istrati Sabuncakis’in ölümünden sonra, firmayı o zamana dek başka işler ile uğraşan, oğulları Bay Yorgi ve Bay Koço devraldılar.

İstanbul’dan sonra ilk şubesini Selanik’te açan Sabuncakis’in ünü Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni başkent Ankara’ya kadar yayılmistı. Buradaki tören ve kutlamalara çelenkler hazırlayan, Sabuncakis firması için Ankara Ekspresinde bir wagon tahsis edilmisti. 1930’larda, Atatürk’ün emri ile kendilerine Ulus’taki Özel İdare binalarında bir yer tahsis edildi ve oğullarından Bay Yorgi Ankara’ya gönderildi.

Firmanın asil gelistiği yer ise Istanbul oldu. 1940’ta Beyoğlu’nda açılan dükkanı, 1945’te Bayan Ana Kukula’nın Ilkbahar adlı mağzasının devralınması ile kurulan, Galatasaray şubesi izledi. Bu yıllarda Bay Yorgi’nin oğlu Istrati Sabuncakis yöneticilik yapmaya başlamıstı.

Liseyi bitirdiği günden bu güne dek, Sabuncakis’i yöneten Istrati Sabuncakis, Babasının yönlendirmesi ile Teknik Universite’ye kaydını yaptırdığı halde, egitimine devam etmemiş, işlerin başına geçmeyi seçmisti.

1960’tan sonra büyük atılım gösteren firma, 1961 ‘de Kadiköy, 1966’da Bakırköy ‘‘1990 başlarında kapandı,‘‘ 1970′ de Şişli, 1973’ de Yeşilyurt, 1974’de Caddebostan ve 1981’de Göztepe şubelerini açtı.

Günümüzde firma 7 ana şubesi ile hizmet vermekte. Sabuncakis adını kullanan bazı sera ve çiçekçilik kuruluşları ile birlikte faaliyet gösteriyor. Sabu AS. Firmanın Çengelköy’de yaklaşık 10 dönümlük bahçesine ek olarak, dededen kalma Dolapdere bahçelerinin beş dönuümlük bölümünde çiçek yetiştirilmekte, başta Antalya olmak üzere ilaveten güneyden çiçek satın alınmaktadır. Gelişen teknolijiye, iletişim hızına kolay ayak uyduran Aile, 1976’da Interflora’yı kurmuş ve bu sayede Turkiye’den de dünyanın dört bir yanına çiçek gönderilmesini mümkün kılmıştır.

Sabuncakis Köşkü  1904

İstanbul ve Ankara’da Dede mesleği çiçekçiliği büyüterek varlıklı bir Istanbul Ailesi durumuna gelen Sabuncakisler‘den Yorgi Sabuncakis Efendi tarafindan 1904’te, Buyukada, Maden semtinde insa ettirdiği köşk Sabuncakis Köşkü olarak bilinir.

Birinci Abdulhamid dönemi 1876-1909 zenginlerinden olan Yorgi Sabuncakis, köşkün tasarımını Atina Universitesi Mimarlık Fakültesi öğretim

yelerinden Prof. Fotiadis’e, inşaatını ise Simota Kalfa’ya yaptırmıştır.

Bir bodrum kat ile iki esas kattan meydana gelen kagir köşkün tasarımı eski Yunan kaynaklı neoklasik uslubunu yansıtmakta, bazı mimari ayrıntılarında ve bezeme programında, Yorgi Sabuncakis’in mensubu oldugu masonluğun simgeleri yer almaktadir.

Bir tür yazlık mason locası şeklinde düşünülen köşkün ana girisi, arsanın eğiminden ötürü birinci (üst) katta yer almakta, cadde katındaki bir köprü birinci katın önünde (gün batışindaki) terasa ulasmaktadir. Cephenin ortasında ileri doğru taşan ve yapıya bir antik Yunan tapınaği görünümü kazandıran teras, Korint başlikli dört sutuna oturan üçgen, bir alınlık (fronton) ile taçandırılmışıtır. Köşelerdeki sütunlar kare, diger ikisi daire kesitlidir. Sütunlara oturan lentonun sol köşesine yeni rakamlarla, sağ köşesine de eski rakamlarla köskün inşa tarihi (1904) yazılmıştır. Damlalık ve yumurta frizlerinin çerçevelediği frontonun üst kesimine, çevresine ışıklar saçan bir göz tasviri yerleştirilmistir.

Ayrıca frontonun köşelerine küçük akroterler, tepe noktasına da, üzerinde bir akroter bulunan ve sembolik kabartmalar içeren, sivri kemerli bir tür stel kondurulmustur. Stel‘in alt kısmında yan yana beş adet, akasya ağacı sıralanmakta, bunun uzerinde, Antithetik konumda, taçlı bir erkek ve bir kadın figürü, aralarında bir kovan ile bir arı kabartması teshis edilmektedir.

Köşkün dış kapılarında da dökümden arı kabartmaları vardır. Sabuncakis Köşkü, caddeden algılanabilen cephesindeki bu ilginç unsurlardan dolayı halk arasında “Arılı Ev”, “Gözlu Ev” ve “Köprülü Ev” adları ile anılmıştır.

Köşkün batı cephesindeki teras yanlara doğru balkonlarla uzatılmış, gerek teras gerekse‘de balkonlar, kare kesitli payelere oturtulmuştur.

Sıvalı olan cepheler kat arası silmeleri ile üç kesime ayrılmış, köşeler Korint baslıklı pilasterler ile belirlenmiş, sacak silmesi birer damlalık frizi ve yumurta frizi ile zenginleştirilmiştir. Dikdortgen aciklikli kapi ve pencerelerin uzerinde basik kemerli alinliklar yer almaktadir.

Birinci katta, girisin ekseninde büyük boyutlu, dikdörtgen planlı bir salon vardır. Eskiden salon tavanının ortasında, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağın üzerinde ahşap bir kubbe yukselmekteydi.

Gokkubbeyi temsil eden bu mimari ögenin ic yüzeyi mavi boyalı olup kubbenin merkezinde dört ana yön ile dört ara yöne işaret eden yazılarla üç tane kırlangıç resmi bulunmaktaydi.

Ayrıca kasnağı kuşatan aynalı tonozun yüzeylerinde eski Mısır, Asur-Finike, Yunan-Roma ve Hindu mitolojilerinin kutsal üçlüleri resmedilmistir. Köşkün, tasarımında ve sembolik nitelikli bezeme programında odak noktasını oluşturan bu tonoz-kasnak-kubbe kuruluşu 1971’de çıkan bir yangında maalesef yok olmuştur.

 Selcuk Aral

29 Mayıs 2012

Büyükada Rum Yetimhanesi nasıl kurtulur?

Alıntı

Nur Çakmak
Esi rum mektebi

Bu hali içimi acıtıyor, yazık oldu😢 Daha 4 gün önce gördükten sonra kurtulabilmesinin imkansız derecesinde olduğunu düşünüyorum 🧐🤔. Hiç bir değerimiz birilerinin koltuğundan değerli, kıçından önemli değil 😢😡 Dünyada yalnızca 3 tane olan bu binayı koruyamamak ayıp olduğu kadar, aptallık da 🤔 Gerçek bir dünya mirası olarak zamanında yapılan müdahele ile kurtarılıp yaşatabilinseydi, akılcı bir kullanımla belki şimdiye kadar harcanan parayı bile finanse edebilirdi, o 55 yıldır Adamızın en güzel yerinde yatan bir hasta, artık beyin ölümü gerçekleşmek üzere 😢😢 Sonra birileri ardında bıraktığı yatağı sahiplanecek, helvasını afiyetle yiyecek 😡
Gerçekten çocukluğumu(zu)n efsanesi olan bu bina; özellikle de Adamızda bulunan 3 ilkokulun 23 Nisanlardaki -o zamanlarda adıyla resmi- geçit törenlerinde basit ama tertemiz bir örnek giysileri içinde inanılmaz bir disiplinle yürüyen öğrencileri ile; geneksel olarak okulumuzun mayıs ayında İsa tepede ( Hristos’ ta) düzenlediği pikniklerde çuval ve yumurta yarışlarının final çizgisinin hemen (75-100 cm) ardındaki kocaman demir bahçe giriş kapısıyla hafızalarımıza unutulmaz şekilde kazınarak, anılarımız arasında yerini almıştır. Her ne kadar o demir kapıyı aşıp içeri girememiş olsak da, eski ilkokul -ki şimdi taş mektep diye anılan okul- da okumuş olanların; o zamanlar, önemini de bilmediğimiz bu binaya bütün olarak öyle garip bir tutkumuz vardır, Her önünden geçişte çocuk oluru(m)z, o günlere döneri(m)z .
Kişisel olarak, böyle anılarımla özdeşleşmiş yerler ve arkadaşlarımla karşılaştığımda bende doping etkisi yapar, kendimi -günlerle ifade edebileceğim bir müddet- o anılarımdaki yaşımda ve çok moralli bulurum.🙆‍♀️🚶‍♀️🏃‍♀️👫👭🥰 Ne yazık ki yukarıda sözünü ettiğim ilkokulum ve de bu binanın günümüzdeki hal-i perişanını görmekse tam tersi moral bozup karamsarlığa itiyor, ölümü çağrıştırıyor.😕😢😠☠️🤔 Sonuç olarak bu binadan başta da belirttiğim gibi ümitvar değilim ama okulum anıldığı gibi taş bir bina olduğu için hayata yeniden döndürülebilir ki bunu ve tüm miraslarımıza sahip çıkılıp yaşatıl
masını diliyorum 🤲🙏

Nur Çakmak

26.Ekim.2019

Bir yıldız Daha (H.Güngör Özkartal)

Hayal etmek yaşamaya başladığınızı anladığınız anda başlar ve  yaratıcı olmak ile eş değerdir. Önce ne istediğinizi hayal ederseniz, hayal ettiğiniz şeyi istersiniz, hayal ettiğiniz gerçeğe dönüşür ve sonunda istediğinizi yaratırsınız. Bazen olmayacak şeyleri hayal eder, görür ve kendinize şöyle dersiniz. Neden? Nedensizdir aslında; insanın varoluş sebebidir hayal kurmak. Ve kurduğu hayalleri gerçekleştirmek için çabalamak, yaratmak, başarmak. Bu yaşamda başarılı olmanın sihirli sözcüğüdür hayal Kurmak. Başarısız olmak; unutulmaması gerekir ki başarının anahtarı, en azından bir kez başarısız olmak demektir. Her insan bGüngöragbim büyükada_neyni düşünmeye başladığı

günden itibaren hayal kurmaya programlanmıştır. Hayal kurmadan yaşamak, zaten yaşamın sonuna gelindiğinin göstergesidir. İnsan dugularını değişik şekillerde açığa çıkartır. Kimi ağlıyarak, kimi düşünerek, kimileri ağıt yakarak ve ya  başka şeyler yaparak rahatlar. Ben ise sıkıntılı anlarımda yazarak duygularımı ifade etmeye çalışırım. Okumaya devam et

Annemin son uçuşu

20 Aralık 2014 TK 2565 20,30 Dalaman İstanbul Annemin son uçuşundaki uçuş numarası ve saati. Aslında geriye dönüp baktığımda Annem tüm yaşamında bu son uçuşunun dışında üç kere uçakla seyahat etmişti. Uçak ile ilk yolculuğu, İstanbul Nürnberg İstanbul’du. İkinci uçuşu İstanbul Kıbrıs İstanbul Üçüncüsü İstanbul Dalaman İstanbul’du. Ve kader Annemin bu son dördüncü uçuşunda tek yön Dalaman İstanbul olarak uçması için örmüştü ağlarını. Tabutunu İstanbul THY kargo binasından teslim alıp Karaca Ahmet mezarlığının morguna getirdiğimde gün pazara dönmüş saat 01,30 u gösteriyordu. Annemin na’şını morga yerleştirebilmek için tabuttan çıkartmamız gerekti. Eğreti kapatılmış tabutun kapağını kaldırdığımda gördüğüm manzara kendimi kaybetmeme yetti de artı bile ’’EMPATİ Bakımevi ve Rehabilitasyon merkezi.’’

EMPATİ ÖZEL BAKIM EVİ

EMPATİ ÖZEL BAKIM EVİ

Annemin üzerindeki bluz ve ayağındaki pijamasını görür görmez 16.12.2014 tarihinden bu güne kadar kıyafetlerinin değiştirilmediğinin farkına vardım. Annem Bakımevinde vefat ettikten sonra üzerindeki kıyafetleri hatta bezini bile çıkartma gereğini duymadan olduğu gibi hasta hanenin morguna ve daha sonra da kapağı bile kapanmayan bir tabuta koyarak İstanbul’a göndermişlerdi. Okumaya devam et

Bozca ada ve Kirie Dimitri

Çanakkale açıklarındaki Bozcaada eskiden Tenedos olarak anılırmış. Bir zamanlar ağırlıklı olarak Rum nüfus bulunsa da, Osmanlı’dan beri Müslümanlar hep olmuş adada. Bozca adaya indiğinizde liman kısmı apartmanlarla kaplanmış, eski sokak dokusu tahrip edilmiş, taştan yapılma bağ evleri çökmüş, kiliseleri yıkıntıya dönüşmüş olsa bile otantik bir aksesuar gibi duran Rumları var Bozcaada’nın. _DSF8089Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada Rumları, günümüzde turistik hayatın vazgeçilmez bir parçası. Rehberler büyük şehirlerden gelen turistlere, yoldan geçen bazı yaşlıları işaret ederek, Cenevizlilerden kalma kalenin duvarına tutunarak yürüyen matem kıyafetli şu yaşlı bayan bir Rum dur ve ya kahvehanenin birinde oturup kahvesini içen güler yüzlü elinde tespihli beyefendiler için efendim Rumlar burada çok eski zamanlardan beri yaşarlar diyerek bir hikâye yazıverirler. Okumaya devam et

Tokyolu yıllar

Herkesin ayağında tokyo var! Gerçekten 60′ lı yıllar, daha önce kadınlar tahta takunya giyerdi denize giderken! Önce kollarına taktıkları sepetlerde sonra da üstü tezgah olan arabalarda numara numara takunya olurdu. Ancak takunyaların üstü çakılı değildPhotoi. Elinde olan hazır renk ve modellerden seçtirip, satıcı beğendiğini takunyanın gövdesinin iki yanına çiiyle çakar sonra da kabara denilen döşemecilikte de kullanılan büyük başlı çivileri de hemen yanına çakarak öteki çivilerin çirkinliğini gizlerlerdi. Okumaya devam et

Sorma bir daha

Sorma bana bir daha nasılsın diye; kendimi bildim bileli düşünürüm; “ İnsan dediğimiz varlık kaç ruh taşır bedeninde. oezkartalMesela yıllar sonra, bir şekilde, günün birinde ummadığımız bir yerde, zamansız bir şekilde onunla karşılaşırsam ne yaparım, nasıl davranırım?” diye. Uzun bir zamandan beri içimde bastırmaya çalıştığım, bazen görmezden ve duymazdan geldiğim, kendisinden kaçtığım bütün hücrelerime, düşüncelerime ve kişiliğime işlemiş ikinci bir kişilik, ve ya bir ruhun esiri gibi içimde yaşayan her neyse. Okumaya devam et

Müsadenizle

Bir umudun ardına sakladıkların çıkıverir karşına bir gün. İnanamazsın önceleri, yıllardan beri sırtında taşıdığın yükten, kurtulmuş gibi hissedersin. Sudan çıkmış balıklar misali, bir oraya, bir buraya atarsın kendini. Nefesin kesilmiş gibi hissedersin. Uzun yıllar önce kaybettiğin sevdan üç beş adımlık mesafededir, elini uzatsan tutacak kadar yakın. Bir okadar’da da uzak, kalp atışların her zamankinden daha hızlı atmaktadır, hissedersin. Yüzüne bakar; tanımaz seni, aslında sende tanıyamamışsındır uğrunda karalar bağladığın sevdalını. 1898128_10202474932207275_196335682_nGünün birinde böyle bir duyguyu yaşayacağımı söyleselerdi inanmazdım. Bulduğunu sandığın sevdalının düğün günüdür onu bulduğun gün. İkinci, belkide üçüncü kez dünya evine girecektir. Seslenip seslenmemek arasında gider, gider gelirsin. Geride bıraktığın otuzsekiz yılın muhasebesi bir yana, bir zamanlar sana mutluluk vermiş büyük aşkını ikinci kez kaybettiğin gerçeği ile baş başasındır şimdi. Kaderin oynadığı oyuna teslim olursun. Leyla ile Mecnun’u Kerem ile Aslıyı düşünürsün ve büyük sevdaların hiç bir şekilde bir arada olamıyacaklarına bir kere daha şahitlik edersin. Eminsindir artık. Yüzüne gözlerine baktığında tanıyamadığın sevdalını sevdanı sorgularsın. Saçları, gülüşü, gözlerinin önünden gitmeyen beyninde yaşattığın o genç kız değildir karşında duran. Okumaya devam et