Sorma bana bir daha nasılsın diye; kendimi bildim bileli düşünürüm; “ İnsan dediğimiz varlık kaç ruh taşır bedeninde. Mesela yıllar sonra, bir şekilde, günün birinde ummadığımız bir yerde, zamansız bir şekilde onunla karşılaşırsam ne yaparım, nasıl davranırım?” diye. Uzun bir zamandan beri içimde bastırmaya çalıştığım, bazen görmezden ve duymazdan geldiğim, kendisinden kaçtığım bütün hücrelerime, düşüncelerime ve kişiliğime işlemiş ikinci bir kişilik, ve ya bir ruhun esiri gibi içimde yaşayan her neyse. Adını dahi koyamadığım bu ikinci kişiliğimle yüzleşmeli ve onunla yaşamayı öğrenmeliydim. Bunca zamandır geçen her yılın sonunda, içimde benimle çekişen bu şeyin bir yıl daha benimle yaşamış olduğunun analizini yaptım durdum. Basit gibi onu her hissetiğimde çektiğim acı ve heyecan ve bu duygunun son bulmamış olduğunun açık bir göstergesiydi. Bu durum ne kadar sürecekti. Beynimde yankılanan cevabının saldığı korkuydu belkide ‘‘Yaşadıkça.” Günün birinde hani yabancı biriymiş gibi bir yerde karşılaşırsam ne olur? Önceleri, hadi canım sen de, nereden göreceksin onu diye gülüp geçmeyi denerim. Ama ya görürsem ne yapardım acaba? “Ona merhaba der miydim? Onunla konuşur muydum? Ona herşeyi anlatır mıydım?” Aşka tarif gerekmez deseler de siz kimselere inanmayın. Yemek yapmak ve aşık olmak bir birlerine benzer, her şeyin bir ölçüsü vardır. İzlenmesi gereken adımlar acele etmeden, dikkatle atılmalı tarife uyulmalıdır. Sonunda ortaya lezzetli bir şeyler çıkar. Aşk tarifleri’de tıpkı yemek tarifleri gibi hem karmaşık ilişkiler, hem de zor tariflerle başa çıkmanız için var edilmiş duygulardır. Severek isteyerek yaptığınız bir yemeğin tadına doyum olmaz. Severek isteyerek başladığınız bir ilişkinin’de lezetti ve size verdiği haz unutulmaz. Zaten tuhafık tariflerde değil bende.
Biraz fazla ara vermişim ama yüreğim hep burada bu sokaklarda inanın. Her gün bu sefer yazacağım deyip yazamamak korkunç bir duygu. O kadar çok şey oluyor ki hayatımda bu yüzden böyle karmaşık ruh halim. Bak geziyorum aynı zamanda 🙂 ve haliyle düğünler, kına geceleri başladı. Ama bugün böyleyim, rahat, sakin ve iyiyim. Bahçeyi düzenlemeye çalışıyorum ve orada çok rahat ediyorum. Kış bahçem ve kitabım mı? ikisi ile de uğraşıyordum uzun zamandan beri. Bir Aşk Hikayesi yazmaya başladım heyecanla. Aynı anda kısa bir yazı olmamalı amacım ses getirmek, ve okurlarımdan özür dilemek. Biliyorum çok ihmal ediyorum sizleri son zamanlar da. Üzgünüm, traurig, Sorry.
Gecenin karanlığında bir ışık sızıyor odama. Işıkla birlikte sen ellerime dokunuyorsun. Yatak olarak açılan kanepede uzanıyoruz. Gözlerimiz tavanın içinden geçercesine. Biraz daha baksa gözlerime tüm hayallerime dokunacak. İki beden uzanmış sanki sesizliği dağıtıyoruz. Sancısız geliyor farkındalık. Yaşamdan ve ya ölümden. Tanıdık bir ten kokusu, ne diyordum. Biraz daha sokul hava geçmemecesine. İşte aynı gökyüzünde ayrı, aynı tavanın altında yan yanaydık. Dokunsa dudaklarımız dağılacağız. Ne de olsa sönmeye yüz tutmuş bir ateş var içimizde. Tavan darmadağın, hayallerimiz darmadağın. Ruh ikizim sevdamız darmadağınık. Ne yastığı, ne çarşafı ne de şu kahrolası sensizliği düzeltebiliyorum. Dönmek için kendime gittiğim, kasım’lara selam vermeden kaçışlarım, senden ve sevgimden, hatta yaşatabildiğim tüm gıri renklerden. Yaz çocukları bilir. Kasım‘da doğmasan sen de bilirdin. Bunca gidişten sonra koşa koşa sana geliyor ruhum yine. Yolum yol değil ama, her şey sana geliyor. Nereye baksam sensin. Nereye dokunsam sen. Bana kalan hiçbir şey yok. Onca Ülkeler, Şehirler aşıp sana koşuyorlar. Cehennem ateşi yakarken bednimi, ben yine kendimle kalıyorum. Bu kabusun biteceğini düşünsem de, bunun gerçekleşmeyeceğini biliyorum. Ateş kazanına atıyorum kendimi, boynumdan başlıyorum yanmaya. Sonra akşamında imbat esiyor haliyle “iyi değilim” cümlesi midemi bulandırsa da yalan söyleyecek gücü olmayan kırmızı papuçlu tavşanı oynuyorum. Aslında bir duvar lazım, arkamı yaslayabileceğim. Bir duvar lazım evet. Yine sen haliyle. Kafanda onlarca Ben ile, Dante’nin tüylerinin kaldığı koltukta hayran olduğum ayaklarını dikmişsin. Etrafından geçenler bir bir bıçak kenarı. Tutup saramıyorum da. Oysa ne zaman bir buluta düşsem, aklımda yine sensin. Ne zaman sevdiğim bir tat dilime bulaşsa, aklıma gelirsin. Bu tarifsiz acının herkesçe bilinen, bilmezden geldikleri sen. Zamanı var diye bekliyorum. Arkadaşım, dostum, sevgilim. Ruhum dan biliyorum her şeyi. Her sabah aynı ayrı uyanış ve her akşam aynı rüyayla bekliyorum; Sinirlerin gerilmediği, kaldırımların bize ait olduğu olduğu o zamanı. Umut bir fare gibi kemiriyor beynimi. Bunca anlatı boşa. Boş ver bir şey de tarif edemedim zaten. Sadece bil istedim. Ne gurbetteki ormanım, ben ve rakı sofralarım sen olmadan daha mutlu değiller. Bu bizim son şansımız. Bil ve tut artık ellerimi. Sormadan nasıl olduğumu. Buluruz bir yolunu, senede bir gün şarkısından esinlenen. Çingence gideriz mesela. Yada boş ver be arkadaşım. Ne kahveye süt, ne yerleşik bir düzen, ne nikah, ne de bir söz. İki ayrı ruh sadece sen ve ben. Ayrı, ayrı yönlerde biri su diğeri ateşken!
Olmadı işte ne kadar çabalasam da düşmüyor kelimeler beleğimden. Kahkahasını, yaşam enerjisini hiç eksik etmemiş, arkadaşım dostumdan da bir haber yok. Hani hikayeler son bulduğunda, kalpler kırıldığında, kelimeler sustuğunda, gittiğinde ya da kaldığında yıldızları solar ya gökyüzünün. O ışıl ışıl rengarenk cennet misali tablo, seni içine çeken kocaman kapkara bir deliğe dönüşür ya Öyle bir zamandı işte benim için. Hem çok şey öğrendim ben hayatıma giren insanlardan. Mesela sevmek gibisi olmadığını. Vazgeçmek özgürlükse, affetmenin daha büyük özgürlük olduğunu, her karanlık gecenin bir yıldızı olduğunu, kazanmanın da kaybetmenin de bir şeyler kattığını, bu yüzden küsmemem gerektiğini öğrendim. Kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün. Uzun süre kalbimi esir alan Ruhumla aşka inanmaya çalıştım. Akıllar aldım, azarlandım, bir şey demedim. Yapmam gereken ne varsa anlattınız, masum uslu bir çocuk gibi hepsini dinledim. Artık dengemi bozmayın, benim bir gizli bir bildiğim var ve ben hala ona inanıyorum. Yıldızıyla gökyüzümü süsleyen her insana da iyi niyetle gülümsüyorum. Ah bu arada sana hoş geldin demeyi unuttum kalp… hanımefendi! Yeniden hayatıma hoş geldin, sessizliğin bu sefer bayağı uzun sürdü, lütfen bir daha bir yerlere kaybolma, arada sırada’da olsa nasılsın diye hatırımı sor malum sen benim tekrardan Adaya gitmeme sebep olan pusulamsın.
Mehmet Tevfik Özkartal
Memoş; Şarköy 26.09.2014
Ama kalbimi bu kadar acıtmaya hakkınız yok, göz yaşlarımı akıtmaya da benim küçücük kalbim bu yükün altında yaşamaya çalışırken korkuttunuz beni, yıllar geçse, ömrüm bitse ben bu yazıdaki duyguları acıları hissetmeye devam edeceğim böyle düşüyorum şimdi ,oysa ben zamanla biter sanmıştım, bu sadece bir yazı değil bir yaşanmışlık ve yaşayacak olanlara bir iç döküş pekiiii yaşatanlara ne ?