Serin, rüzgârlı bir sonbahar Sabahı Bostancıdan kalkan ada vapuru hafiften esen lodosa karşı direnircesine yol alırken Büyükadaya Tarih kitaplarının sayfalarında gezintiye çıkmış, satırlarında seyahat eden her kelimesini, her harfini yeniden yaşayan bir kitap kurdu gibi baştan başlayıp o günleri hayal ediyor, o günlerin havasını teneffüs ediyor; geçmişi, gün gün, saat saat, dakika dakika yaşıyor buldum kendimi. Sanki geçmişe yolculuğa çıkmıştım. Bu Adada kim bilir bizlerden önce kimler yaşadı? Kimler gelip geçti? Acılarıyla, kederleriyle, neşeleriyle, sevinçleriyle, hüzünleriyle nice mutluluklar gördü kim bilir? Dile gelseler de anlatsalar Artık hepsi mazide kalmıştı. Zaman içerisinde her şey unutulmuş, unutulmayanlar ve insanların hatıralarını süsleyenler ise tarihteki yerini almış ve yahut alacaktı.
Bazen ailenizi, geçmişteki tüm arkadaşlarınızı, çevrenizi hatta belki de hiç tanımamanıza rağmen bir şekilde aynı ortamda bulunduğunuz insanları düşünürsünüz. Oralarda o insanlarla bulunmuş kişi ben miydim? diye kendinize bir bakarsınız. Daha sonra sevinçleriniz, üzüntüleriniz ve değişimleriniz kademe kademe aklınıza gelirken birden gözünüz daldığı yerden odağını keser. Kısa bir süreliğine gerçekleşen sevinç, acıma, hüzün arası bir duygu harbiyle hayatınıza devam edersiniz.
Yıllar sonra Vapur yavaş yavaş Ada iskelesine yanaşıyordu. Bense geçmişimle yüzleşmeye bir iki adım kaldığını hissediyordum. Hemen hepimizin böyle duygusal anları olmuştur. Bir çoğumuz beklenmedik bir anda, beklenmedik bir şekilde dalıp gitmişizdir. Günümüzün tabiriyle nostaljik bir gezintiye çıkmışızdır. Peki, neden insanoğlu geçmişini özler? Zaman zaman geçmişi yeniden yaşamak ister?
Sanki burada hiç yaşamamış sokaklarını kaldırımlarını tanımıyor gibiydim.Paytoncuya Tepeköy dediğimde suratı asılır gibi olmuştu bu mevsimde ya küçük yada büyük Tur Paytoncunun hayali olmalıydı.Toparlayı verdim ve kendisi ile altı saatliğine anlaştım.
Nevruz Mevki Nr. 7 Burası çocukluğumun gençliğimin büyük bir bölümünün geçtiği sokaktı. Oturduğumuz ev aynen duruyordu Hemen yanımızdaki Fikret Yengelerin ve onun yanındaki Mukaddes Hanım teyzenin evi”de;sadece oturanlar sokakta oynayan çocuklar farklıydı.
Bir ara kapıları çalıp ben buyum demeyi düşündüm sonra vazgeçtim.
Bir düşünün; bizler, babalarımız, dedelerimiz çok daha zor şartlarda yaşamadılar mı? Onların zamanında bugünkü teknolojik imkânlar var mıydı? Elbetteki yoktu. Alet, edevat bugünkü gibi gelişmiş değildi. Kışları ısınmak için odun,kömür ve ya Gaz gibi birkaç çeşit yakacağın haricinde fazla seçenekleri yoktu. Şehirlerde de durum bundan farksız değildi. Makineleşme henüz yeni yeni gelişiyordu. Teknoloji bugünlerden çok uzaklardaydı. Bırakın her evde televizyon olmasını, Radyo pikap sahibi olabilmek bile büyük bir ayrıcalıktı. Bugün bizim çocuklarımız bilgisayarla, internetle, ceplerinde taşıdıkları telefonlarla haberleşiyorlar. Bundan 30–40 yıl veya 50 yıl sonra bu teknolojik gelişmeler nereye varır tahmin etmek imkânsız.
Mezarlığın önünden Hiristos tepesine doğru yavaş yavaş yürüyen atların ayak sesleri’ne takıldım Motor sesi ile de kendime geldim günümüzün bizlere sunduğu sayılamayacak kadar zengin çeşitliliği geçmişte bulmamız mümkün mü?
Tabii ki değil. İşte bu çeşitlilikten büyük ada da nasibini almıştı.
Beleğimde yaşattığım Büyükada da değişmeyen Eski Rum yetimhanesiydi ve yıkılmaya yüz tutmuştu. Babamın ahırlarının yerlerinde ise nasıl yapıldılarsa yeni evler vardı.
Bu çeşitlilik, bu tahmin edilemeyecek hızdaki yenileşme ve gelişme bizden sonrada aynen devam edecek. Yani bizim çocuklarımız belki bizlerden daha iyi ortamlarda, daha iyi imkânlarla yaşayacaklar kim bilir?
Aşıklar yolundan dönerek Babamın Zahireci dükkanının önünde indim. Paytonla yollarımı biraz erken ayırdım. Babamın dükkanı çoktan el değiştirmişti. Köşede Resülün yerinin önünde durdum; başımı kaldırdım, sevdamın belki camdan el sallamasını görürüm diye. Mekanlar, yollar her şey duruyordu yerli yerinde. İnsanlar, yüzler farklıydı, değişmeyen belkide hala benim sevdamdı.
Çarşıya doğru yürüdüm, şimdiki balıkçılar çarşısından yeni limana kadar. Karmaşık duygular sarmıştı benliğimi, Bir zamanlar babamın çalıştırdığı Balıkçı kahvesi yerinde dururyordu. Sanki her şey yabancılaşmıştı, Beleğimde ki Büyükada ve gördüklerim arasında bir bağ kurmak için harcadığım çaba cabası..
Yıllardır dinlediğimiz şarkıları, onların ince nağmeleriyle dinlemenin verdiği hazzı başka bir yerde almak mümkün değildi. Büyükada’da Mükellef bir müzik ziyafeti çekiyorlardı.
Böyle neşeli; neşeli olduğu kadar da düşünceli geçen bir akşam yemeği, gecenin geç saatlerinde sona erdi. O eski mekan beni diğerlerinden daha çok etkilemişti. Herkes çalan müziği, yemeklerin lezizliğini tartışırken ben, hala mekanın ortamında yüzüyordum. Çünkü tıpkı buraya benzeyen bir mekânın karşısında, ilk defa sevdamın elini tutmuş, gözlerinin içine bakarak aşkımı itiraf edebilmiştim. Annem, babam kardeşlerim belki hala aynı yerde yaşamıyorlardı. Ve ben, ara sıra da olsa bu havayı tadıyordum. Doğduğum, büyüdüğüm ada’da farklı olan şeyler, masalarda konuşma, eğlence kültüründen yoksun, kaba saba insanlar, müzisyenler ve bu gün bile alışamadığım yemek, meze çeşitleriydi.
Mehmet Tevfik Özkartal