Bilirmisin bir tanem o kadar zor ki bu yüreğimin tamiri. Kırk yıllık sevdam, bebeğim, gözlerini, bana sarılmanı özledim. O kadar özledim ki seni, isyan edesim geliyor kaderime. Sen şimdi kaçıncı uykundasın, kim bilir kimlere sarılıyorsun,aşkım diyerek yanındaki bedene. Mutlu musun? Aklına geliyormuyum, düşünüyor musun beraber geçirdiğimiz yılları, günleri ve saatleri. Bana baktığın gibi sevgi dolu mu bakıyorsun ona, bana sarıldığın gibi sarılıyormusun sıkı sıkı. Bakarken gözlerine parlıyor mu bana baktığın gibi. Ben şimdi yalnız, ben çaresiz, senin bana gelmeni bekliyorken. Hemde bir karşılık beklemeden, sadece bana sarlmanı beklerken, seni sevmeye, seni içimde büyütmeye devam ediyorum. Biriciğim, umutsuz sevdam, meleğim benim. O kadar işlemişsin ki içime, o kadar tanıdık ki, bırakamıyorum unutamıyorum seni. Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bir çare arıyorum bulamıyorum nerelerdesin şimdi kim bilir. Sadece bir şekilde bana gelmeni, bana sarılmanı bekliyorum, küçük bir çocuğun sevgi beklediği gibi bekliyorum. Geldiğinde, yüzümü gömeceğim göğsüne, doyasıya sarılacağım sana. Yine alacağım o sevgi dolu yüzünü ellerimin arasına. Bana sarıldığında nefes bile almayacağım, ürkütmemek için seni. Sen yeter ki dön ve gel, yeter ki sevgini esirgeme benden. Yine istersen git sonunda, söz sesimi çıkartmayacağım dur bile demeyeceğim.
Uzaklara dalıyor gözlerim. Bulutlar bu gün gri. Bir rüzgar esiyor ve üşümeye başlıyorum. Saçlarımda uzadı yokluğunda yüzüme düşüyor, elimle açmaya çalışıyorum. Ama duruyorum sonra. Belki rüzgarın elleriyle dokunuyorsundur saçlarıma. Kapatıp kendimi tüm gerçeklere, ben şimdi öksüzler mektebinin girişindeki yerimizde açıyorum ruhumu. Sessizliği dinliyorum, içinden sesini duyacakmışım gibi. Sanki birşeyler fısıldayacaksın bana, daha önce hiç duymadığım, hiç söylemediğin bilmediğim bir şey.´´‘Senin olmak istiyorum‘‘
Ellerimle toprağı avuçluyor, onunla karışıyorum hayata, sen oluyorum, sendeki ben oluyorum biraz da. Tüm dünyayı susturup, sadece konuşmak istiyorum seninle, fikrimde bile olsa yeter bana. Artık seninle ilgili en küçük bir düş, en küçük bir anı, en küçük bir ses, ufacık bir düşünce bile avutabiliyor beni. Bir türlü tanımlayamadım varlığında içimdeki heyecanı. Yokluğunda yüreğimdeki sıkışma seni tamamen kaybetme korkusu, sana sahip olamamanın verdiği pişmanlık, yarım kalmışları, tamamlayamamanın, verdiği huzursuzluk. Belki de sendin,aşk bende ve benim bunu hiç farketmeyişim.
Öğrendim sonunda sen olmadan sensiz Yokluğuna alıştım. Sensizlikte düşe kalka bir başıma savaşmayı. Bunları hiç bilemem, bilsem de öğrenemem,öğrensem de yaşayamam diyordum oysa. Neleri öğretiyormuş bu hayat insana. Unutamadım. Seni unutmak aklımdan bile geçmedi, düşünmedim bunu hiç. Öyle çoktun ki, hiç bir yere sığdıramadım seni. Ne aklıma, ne de kalbime. Sözlerin bittiği yerdeyim şimdi. Böyle bitmemeliydi oysa, çok cümlesi vardı kurulacak bu hikayenin, senli, benli biz li öznelerle. Daha o kadar söylenmemiş, ertelenmiş, yaşanmamış varken, yazmamalıydı hayat bu aşkın sonunu böyle. Susup küstüm kaderime. Ağlayamıyorum da artık. Saymadığım kaç zamandır gözlerimden bir damla bile gözyaşı ne sana, ne de hayata dair akmıyor. İçimde bir yerlerde gizliyorum onları da, seni gizlediğim gibi. Sızlıyor zaman zaman sarıyor elbet kanayan yaraları, gittikçe acısı azalıyor, ama geçmiyor bir türlü. İnce ince sızlıyor saklı bir yerlerde, dokunulduğunda tekrar başlıyor acımaya. Bir perde açılıyor önümde, bazen geçmiş zamanlara ait. Gözlerimi kapatınca, sendeki ben oluyorum.
İlk bakışın canlanıyor gözlerimin önünde, gülümseyişin. sonra gidiyorsun, ardından bakıyorum öylece durup. Durdurmak için bu gidişi, sarılmak istiyorum ellerine, gitme kaçalım diyemiyorum bir türlü. Eve gittiğinde azar işiteceğini bildiğimden suskun kalıyorum. Kapanıyor perde yanlızım. Kendimi kapatıp aslıma dönüyorum yine tabi şimdilik; Hoşçakal derken; aşkların en güzeline, kavuşur elim sana belki günün birinde. Sarılıveririm beline, dokunur tenim, dudaklarım sana yeniden. Taşındıktan sonra hangi gün dönebilirim bilemem. Bildiğim tek şey boş kalacak kalbim söz verdim sana, ölene kadar. Ben seni sana emanet ettim sonsuz sevdam. Yüreğimin senli olan yanını alıp, ayak izlerimi bırakıp ardımda, yürüyorum sonu sana çıkacak yollarımda.
Kaldırımlarında sarmaş dolaş sevenler, gecelerinde binlerce yüreği yanlızlıklara teslim eden o koca şehir İstanbul. Sana olduğu gibi kayıp gelen değişik kimliklerin, kimselerin, hani hiçbir taşıtında yerinin tam olmadığı, kimliğinden olmayan hiç bir kadınını öpmediğin, yağmurlarında beraber ıslanamadığın o büyülü şehir. Ve Büyükadam kendine vurgun o denizi ve çarparken sanki avurtlarıma poyraz rüzgarlarının. Bir evimin bile olmadığı, çalmadan girebileceğim bir ev kapısının hasreti. Bana bir başıma bağırmayı yasaklayan katıp önüne o kaypak rüzgarlarla sesimi, rehin alan. Sonra bağırıp bütün sokaklarında adanın yakasını ellerimle tuttuğum, ve sonunda yenik düştüğüm Baban. Ama öğrendim ki sevdalar yenik düşmezmiş insanlara.
Hani Tepeköyde bir misket için debelendiğim, Cami yokuşundan maçabeyden kiraladığım bisikletlerin direksiyonunu bırakıp kendimi ana caddelerine delice saldığım Büyükada. Hani ilk sevgilimin, o ortaokul çağındaki, aşkımın küçük göğüslerine ve iri düşlerine dokunarak uyumaya çalıştığım gecelerdi. Bana semalardan gülümsediği o günlerin adası. İlk kez traş olduğum, ilk kez yendiğim ya da yenildiğim. Sonra ter içinde yüreğimle yaşamla kavga peşinde koştuğum. Sevda büyüdükçe kendisi küçülen insanlar arasında. Ve ilk sinema gecelerinde sevgiliye dehşetle mırıldanılan, acemice söylenen aşk sözleri. ilk sarhoşluk, ilk korkular, yanılgılar ve ilk sigara. Ve bir gün yok oluşunla ilk tanışma; ilk görüşme, ilk itiraf Babana, ilk özlemler. Hep ilkler buram buram boğulurcasına sevmek. Sonrası bilmiyorsun’ki şimdi herşey ikinci, üçüncü aşklar, yalnızlıklar, yanılgılar. Ama ah o ilk‘ler varya hiç bir güç bu doğruyu değiştiremez. Çünkü herkesin bir ilk‘i vardır; herkesin bir ilk aşkı, sevdası gibi.
Ada vapurunda içtiğim bir çay, bir cigara içimi konuk yüzün. Sonra mesai çıkışlarında eve dönüş saatlerine kıstırılmış akşam merhabaları ve o çıplak, o deli sevda. Bir zaman sonra Büyükadaya yeniden konuk geldim; akşamdı ve eylül ayında. Bir kaçak gibi geldim, bekledim seni her zaman beklediğim yerde. Gelişini hayal ettim. Geldiğinde ne kadar üşüyordu ellerin; ellerimi sana verirdim; al derdim: eti benim, ılıklığı senin sevgilim. Sonra düşmanlarımızı anlattım sana bir bir; iz sürenleri gösterdim ardımızdan. Çarmıhlar kuruludur hep bizim aşkımıza; düşümde yok bir şeyim, bir şeylerim sevdadan başka. Büyükadaya konuk geldim; akşamdı eylül ayında. Seni tepeden tırnağa sevdim. Sen, ada kokuyordun; dudaklarında o denizlerin tuzu, saçlarında bulut katüleleri adanın. Saçların sarı mıydı hayır siyahtı her telinde adanın bahar kokuları. Kaypak sonbahar rüzgarları. Yüzüme bir yer açtın yüzünde sen, önce kokunu ezberledim, sonra susuşlarını, duruşlarını bir bir. Yürüdük adanın bütün rüzgarlarına karşı, tepeköy mezarlarına, barba tomaya, en çokta babana, annene karşı. Gözlerin nereye kadardı ben oraya kadar aşık! Gözlerin adadaydı senin; büyüktü ada büyük aşkımız gibi. Üstüme üstüme geliyordu sanki adamız; ama korkusuzdum, sana ateş, sana kul. Babana bir bela. Sana olan aşkım, korkusuzluğumla o korkuyu yendim ve Büyükadaya seni görmeye geldim.
Usulca ihanetlere açılıyordu pencerelerin; belki yeni sesler, yeni sözler, yeni aşklar çağırıyordu seni, gitmelimiydin. Ben önce gittim! Mağlup bir sevgi ve bir matem bıraktım arkamda; ellerim uzaklarda kaldı, ya ellerin! Sen kıyısız bir ihanettin; belki de özetiydin bütün ihanetlerin. Orada bırakmıştım seni, inanmasamda babanın yalanlarına çaresizliğimde. Bezgin, ürkek, üşümüş, sevdadan anlamayan kalabalıklara, bakmıştım seni korumasız. Kendimi gösterip bu kızı bırakamam, diyememiştim bu Adanın asalaklarına. Aslında alıp kaçırmaktı niyetim bir süre sonra. Belki kısa mesafelerin yürüyüşçüsüydüm; sığmadım, sığmazdım, giderken sevginin sol bileğinden kan sızlıyordu ve kalbimde kan bulaşığı bir güz; kalbimde sanki fırtınada yapraklar. Sanıktın bir sevgiyi ağır yaralamaktan infazın eylül ayına gömüldü. Ve anılara ihanetten aşk mağlup oldu. Aslınsa hep kazanırdı aşk oysa; sonrası ne yazılır ne anlatılır bir şey. İnfazı eylül ayında ve anılarda, her yıl eylül’ün avuçlarını her açışında aşkımızın enkazı duruyordu; ateşti, kor gibi sevginin göklerinde, küller ise susuyordu. Onun denizlerinde Horoz Reis, usulca çekiyordu ağlarını sulardan, genç bir çift kumsalda öpüşüyordu. Sevdam anılarımda gülüyordu. Sevginin merkezinden kalbimin derininden kan sızıyordu. Artık yolları uzaktır bana adanın; Aramızda binlerce kilometre yol, nice sıradağ durur ve unutulmuş gibi susan ihanetler anılarda vurulur. O adayı onunla birlikte yeniden sevmek, artık ölmekten zordur. Kendi şafağını kirletmiş bir ufuktur. Öyle günler vardır ki hayatımızda, bir şey ansızın başlar ve başlatmak düşer insana. Bitiminde simsiyah bir nokta ayak uçlarına. İşte o ada ve yarım kalmış bir sevda, özlemi yitik, cürümü enkaz, dağıtır rengini yalnızlıklara. Büyükada ve bir sevda; önce ağrılar sonra bakmışsın terk etmiş anılara. Bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi ben ona ve giderek küllenen bir aşkın son direncini. Ayın ıstavroza ıstavrozun aya olan imkansız sevdasını yazdım. Noktalama işaretlriyle sürüp giden bir oyuna benziyor yaşam; noktalı virgüllerle, soru yöneltmeyle sürüp gideni ya da bir ünlemle, bir noktayla ansızın biteni yaşıyor insan. Çok şey başlar çok şey biter. Bitmeyen anılardır. Anılar bitmeyi bilmezler ve bir uğultu gibi savrulurlar yüreklerde, dinmezler. Birlikte çektirdiğimiz bir resmimiz bile yokken, bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi sen ona ve anılarla tütsülenen bir aşkın son direnci. Ben camide yalvarırken Tanrıya sen kilisende yalvaracaksın. Artık kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla. Yürü, arkana bakma, ama umursa; bazen anılara en çok yakışan elbise, birkaç damla gözyaşı Tanrıdan umudu kesmemektir unutma.
Mehmet Tevfık Özkartal
1972 Büyükada