Çocukluğumda, bu gemilerle gece yolculuğumda, yaz olsun kış olsun hep baş üstü açık güvertedeki projektör (ışıldak) kumandasını yapan gemicinin yanında bulunurdum… Geminin gece karanlığında denizi yarışını ve projektörden çıkan ışık huz mesinin deniz üzerinde dolaşımını izlerdim…ışığın çarptığı çevredeki tekneler birden hayalet gibi belirirdi ve durgun suda yüzmekte olan, bembeyaz martıların ışıktan ürkerek kümeler halinde kaçışlarını izlemek büyük keyif verirdi…
Uzun bacalı,kömürlü stimli bu gemilerde hatırladığım diğer detaylar…mesela, ilk kalkış anında akşam salon içindeki sarı ışıklı lambalar, jenaratörün gücü düşdüğünden kısılır feri sönerdi…hareket ettikten sonra tekrar eski gücüne kavuşurdu…ancak seyir halindeyken salondaki insanların kafaları oynar şekilde ve belli bir tempoda sallanırdı.Fakat salon içindeki kapitone deri koltuklar son derece rahat ve esnekti…koltuk arkalıklarının üzerinde, pirinç metalden yapılmış ayakları olan file paketlikler bulunurdu..genelde o yıllarda fötr şapka giymek yaygın olduğundan insanlar şapkalarını koyardı..Giriş güvertesinin kıç açık tarafında,kafes ağaç döşeme üzerinde, acil durumlarda kullanılmak için bir dümen dolabı bulunurdu.. Çocukken oraya gider o dümenle oynar, ardında uzaklaşan köpükler bırakarak yol alan gemiyi sanki ben sürüyormuşum gibi gelirdi .. Bir de aynı yerde yığın halinde, ayakta kalabilecek yolcuları düşünerek yapılmış, brandadan katlanır ahşap oturaklar bulunurdu..düşündükçe detaylar gözümün önünde canlanıyor…makina dairesi camından bakarken, büyük gürültü ile inip çıkan pistonları ve mafsalları izlerken, buhar ve yağ birleşimi kokuyu, arada bir kaptan köşkünden makine dairesine, tam yol tornistan için verilen çın çın komut sesini unutamam….Yaşıtlarım içinde bu anlattıklarımı hatırlayan mutlaka olacaktır, belki onların da ilave edecekleri bir kaç anısı olabilir….
Erkan Gürpınar